Rüyalarımızın Kadını

 

Rüyalarımızın Kadını

Kadın ve erkek arasındaki ilişkilerdeki problemlerin kaynakları üzerine

RUH İKİZİ

İnsanlar hep kendinlerini anlayabilen bir partner bulmaya çalışmışlardır. Buna her kültürde rastlanmaktadır. İletişimin en sorunsuz olduğu kişileri anlayabilmak için ikizleri incelemek lazımdır. Tek yumurta ikizlerinin genetik yapılarının % 100 aynı olduğu ve özel bir komünikasyonlarının olduğu bilinmektedir. Bir insanın kopyası olan yani aynı genetik kombinasyonun iki ayrı bedende varoluşudur tek yumurta ikizleri. Peki bunların duygu ve düşünceleri de birbirlerinin aynı mıdır? İkiz araştırmalarından da anlaşıldığı gibi tek yumurta ikizleri benzer veya aynı meslekleri seçerler, benzer veya aynı şeylerden hoşlanırlar, aynı dönemlerde çocuk yaparlar yani kısaca yaşamları biribirlerine çok benzer. Hatta evlat edinilmiş tek yumurta ikizlerinin bile yani biribirleriyle hiçbir iletişim olmamasına rağmen aynı veya çok benzer kararlar verdikleri, birbirlerine benzeyen eş seçtikleri bilinmektedir. Ancak bu ikizlerin yaşamlarında kendilerini hep „yarım“, „bir tarafı eksik“ olarak gördükleri, yaşamlarında hep bir şeyin yoksunluğundan bahsettikleri yapılan röportajlarda ortaya çıkmıştır. Biyolojik yönden aynı olan ikizlerin duygusal ve düşünsel gelişimlerinin de aynı veya benzer olması ilginçtir. Ayrı iki ailede ve çevrede bile büyüseler aynı meslekleri seçiyorlar, aynı karekter yapısına sahip kişilere aşık oluyorlar, birinin kolu kırılsa diğerinde de aynı kemik ağrıyor…

Tek yumurta ikizlerinin biribirleriyle olan iletişimleri de „lep demeden leblebiyi anlama“ deyimine benziyor. Birbirlerine aşırı bağlı olan olan bu insanlar birbirleriyle çok harmonik anlaşabiliyorlar. Birbirlerini çok iyi anlamalarına, onların genetik yapılarının aynı olması yardımcı oluyor olsa da yine de açıklanamayan, biribirlerinin davranış, düşünüş ve duygularını önceden sezme yetenekleridir.

„EŞ“ – „PARTNER“ KAVRAMLARI

Eş kelimesi aynı ikizlerde olduğu gibi bizim eşimizi yani ikizimizi çağrıştırıyor. Evlendiğimiz kişiye eş diyoruz çünkü bir şeyin diğer yarısı, eşi, bütünleyen simetrisi olarak görüyoruz (istiyoruz) farkında olmadan eşimizi.

Bu „partner“ yani ortak kelimesiyle de aynı anlama geliyor. Yaşam ortağı, hayat arkadaşı, bir şeyin iki sahibinden biri. O „ şey“ de yaşam veya çocuklar veya mutluluk/hüzün ortağı olarak da anlamlandırılabilir.

KARI – KOCA BİRBİRLERİNİ TAMAMLAYAN UNSURLAR MI?

Kadın ve erkek birbirlerini tamamlar, bütünler mi?

İnsanlar fizyolojik yönden aynı yapıya sahiptirler yani organları, sinir sistemleri vs. aynı şekilde çalışır ve aynı fonksiyonları yerine getirir. Onları birbirinden ayıran üreme sistemleridir. Evrimsel bir gelişimden sonra kadın ve erkekler farklı fonksiyonları üstlenmiş ve buna uygun olarak da farklı üreme sistemleri geliştirmiştir. Kadınlardaki rahim erkeklerde penise uygundur, fonksiyon açısından birbirini tamamlar. Ne kadınlardaki yumurta sperm olmadan fonksiyoneldir ne de sperm yumurta olmadan. Yaşamın oluşabilmesi için ikisi de gereklidir. Buraya kadar herşey normal. Peki neden kadın ve erkek arasında bu kadar çok problem yaşanmaktadır, neden eşler hep birbirlerini anlamadıklarından şikayet ederler, neden aynı evde iki yabancı gibi yaşamaya devam ederler?

KOCA = BABA ?

Birbirlerini cinsel işlev yönünden tamamlayan, birbirlerini bütünleyen, birbirinin eşi olan insanlar neden yaşamlarında problemler yaşıyorlar? Bir kız çocuğunun yaşamında ilk tanıdığı erkek modeli babasıdır. Erkek çocuğu için de annesidir. Kız çocukları karşı cinsi babalarının duygu, düşünce ve davranışlarıyla ilk defa tanımaya başlarlar.

4-5 yaşlar arasındaki kız çocuklarının yaşadıkları Ödipus KompleksiSigmund Freud için kritik dönemlerden biridir. Kız çocukları bu yaşlarda bir cezalandırılma sonucunda penislerinin olmadığını düşünürler ve bir tür „penis kıskançlığı“ dönemine girerler. Kız çocuğu bu dönemde annesine karşı bilinçaltından düşmanlık duymakta ve onu bir rakip olarak görmektedir. Diğer yandan da annelerinin sevgisini kaybetmekten korkmaktadırlar. Babalarını bir „sevgili“ olarak görmekte ve annelerini kıskanmaktadırlar. Bu dönem kız çocuklarının babalarına karşı olan seksüel fantazilerini bir kenara bırakıp anneleriyle özdeşleşmeleriyle sona erer. Annelerini örnek alarak bir „Kadın“ olma yolunda bir seçim yapmış olurlar. Erkek çocuklar da benzer biçimde, babalarını kıskanırlar ve anneleriyle birlikte olmak isterler. Bu dönem sonucunda da babalarının davranışlarını örnek alarak erkek modelini kabul ederler.

Freud`un 4-5 yaşlarında geçtiğini ileri sürdüğü bu fallik dönem tamamen bilinçaltından yaşanmaktadır. Bu dönemin gerçek anlamdaki cinsel ilişkiyle, ensestle bir ilgisi yoktur, tamamiyle çocuğun psikolojik gelişimiyle ilgilidir. Freud`un psikoseksüel gelişim teorisi ne doğrulanabilmiştir ne de yanlışlanabilmiştir ancak psikolojik biliminin gelişimine katkısı şüphesizdir. Kız çocukları anneleriyle özdeşleştikten sonra artık „Kadın“ kimliğinin gereklerini öğrenirler.

Babalarının annelerine karşı olan davranışlarını gözlemlerler, farkında olmadan bir „erkek modeli“ oluştururlar ve bunu içselleştirirler. Yani bir erkek nasıl davranmalıdır, nelere önem vermelidir, nasıl düşünmelidir… bunları hep babalarından öğrenirler. Farkında olmadan bu erkek modeli kriterlerine göre ilerde tanışacakları erkekleri değerlendirecekler ve ona göre seçeceklerdir.

Kadınlar eşlerini bilinçli bir şekilde babalarıyla kıyasladıklarında bazı şeylerin eşlerinde de olduğunu göreceklerdir. Örneğin eşlerinin ellerinin babalarının ellerine benzediğini, saçlarının, boylarının, sinirli-sakin bir karektere sahip olup olmadıklarının veya prensipli olup olmadıklarını hep babalarından gördükleri şeyler olduğunu fark edeceklerdir. Kadınlar farkında olmadan babalarına bazı benzer yanları olan erkekleri eş olarak seçiyorlar.

 

SEKS

Cinsellik her ilişkiyi ayakta tutan en önemli dinamiklerden biridir. Seks çiftleri birbirlerine sadece bedenen değil aynı zamanda duygusal ve düşünsel olarak da yaklaştırır. Harmonik ilişkilerin çoğu harmonik bir cinsel yaşantıya dayalıdır. Cinsel harmoni ne demek? Nicelik yönünden bakarsak: Çiftlerin ikisi de az seksten hoşlanıyorsa veya tersi ikisi de çok seksten hoşlanıyorsa ilişki harmoniktir. Her ikisi de hiç seksten hoşlanmıyorsa da ilişki harmoniktir çünkü burda ilişkiyi ayakta tutan dinamik başka bir alana kaydırılmıştır. Bir denge vardır. Cinsel problemler genelde nicelik yönünden birinin seksten çok, diğerinin az hoşlanmasından kaynaklanır.

Nitelik yönünden esasında seks bizim en az tanıdığımız yönlerimizden biridir. Kadın ve erkeğin erojen bölgeleri nerelerdir, mastürbasyondan sivilce mi çıkarır vb. herkesin kafasına göre bildiğini iddia ettiği şeyler vardır. Üzerine toplumun seks konusundaki değerleri de eklenince karşımıza cinsel problemlerin yeşereceği mükemmel bir taban oluşur.

EN BÜYÜK DÜŞMAN CEHALETTİR

Avrupada 60`lı yıllarda yaşanmış cinsel aydınlanma dönemi gibi bizde de bir dönem olacağını düşünüyorum ancak bu onlarınki gibi doğrudan olmayacak. Yani TV`den filmler gösterilerek ‘leylek teorisi’ çürütülmeyecek veya pornografik materiyal ile yetişkinler aydınlanmayacak. Bizim kültürümüzde benim tahminim bu aydınlanma aşaması internet aracılığıyla zamanla gerçekleşecek. İnsanlarımız diğer insanlar gibi cinselliğe önem veriyor ve merak ediyor. Cinsel bilgisi olmayan, eşini tanımayan bir kadın bırakın eşini kendini bile mutlu etmesini bilemez. Ya ayıplar kendi kendini ya da dişini sıkar yatakta. Cinsellik kadar doğal birşey yoktur. Bunun ne ayıplanacak ne de acı çekecek bir tarafı vardır.

 

‘KENDİNİ TANI’

Bu deyimi Sokrates Apollo Tapınağının girişine yazdırmıştır.

Öncelikle kişinin kendini tanıması gereklidir. Bu tanıma işlemi öncelikle kim olduğumuzu, neleri sevdiğimizi kısaca nasıl bir insan olduğumuzu sorgulamakla başlar. Kendimizi seveceğiz önce, sonra başkasını da sevebiliriz. Kendini olduğu gibi kabul etmeyen bir kişinin karşısındakini kabul edip onunla anlaşabilmesi zordur.

Önce kendimize aşık olacağız sonra başkasına.

Bu sıralamanın yeri değiştiğinde yani önce başkasına aşık olup sonradan da kendimizi tanıdığımızda „ben onunla hiç anlaşamıyorum çok sinirli „ dememiz saçma. Çünkü biz sinirli kişilerden hoşlanıp hoşlanmadığımızı bilmeden ona aşık olduk sonradan sinirli kişilerden hoşlanmayan biri olduğumuz sonucuna vardık (kendimizi tanıma) ve şimdi de yakınıyoruz. Kendi özgüveni olmayan kişi bu tür bir sonuca varır. Ancak kendi özgüveni oluşmuş, kendini tanıyan kişi nasıl bir insanı seçeceğini iyi bilir. Bu yazdıklarımdan somut şeyler çıkaramayanlar için konuyu biraz da açacağım. Bir kişi üniversite mezunu da olsa „cahil“ kalabilir, kendini tanımamış olabilir. Üniversite bir mesleği icra etmesini öğretir ve kendini tanıma için olanaklar sunar. Bunlardan yararlanmadan da mezun olabilir insanlar. Bunlara „okumuş cahil“ de denir.

 

BRAIN STORMING

Üniversite, beyin fırtınasının oluşması için gerekli alçak ve yüksek basınç gibidir. Karşıt görüşler ve düşünceler insanı bir fırtınanın içine sokar ve bu fırtına sonucunda biz kendimize biraz daha yaklaşırız, kendimizi biraz daha iyi tanırız.

Gerçekten okumuş insan hiçbir zaman: Arkeoloji de ne işe yarar, Kore Dili ve Edebiyatı`nın sana ne faydası var, sosyologsun ama işsizsin, felsefeciler dengesiz-anormal, psikologlar hasta olduklarından psikolog olmuşlardır gibi saçma sapan yargılara varmazlar. Bu tür düşünceler üniversiteye para kazanacak bir meslek öğrenmek için gidenlerden çıkabilir. Ebeveynleri onları berbere de çırak olarak vermiş olsalardı yine aynı para kazanacak bir meslekleri olmuş olurdu. Üniversitede sadece bir meslek öğrenilmez, aynı zamanda roman, hikaye, şiir, tiyatro, sinema, şarkı ve sporun yaşamımızdaki yeri belirlenir, siyasi düşünceler belirginleşir, gelecek planları yapılır. Üniversitede okunan bölüm önemli değildir, üniversite kültürünü almak önemlidir.

KOCAMSIN ALACAKSIN!

Türk-islam kültüründe kadınlar için hem „cennet anaların ayakları altındadır“ denir hem de „4 Kadın bir erkek şahit yerine geçer“ denilerek aşağılanır. Saçı uzundur aklı kısadır. Buna benzer pek çok söylemi biliriz. Peki bu tür yargılara nasıl ulaşır bir toplum. Bir kız çocuğu nasıl yetiştirilir, nasıl eğitilir, nasıl modern- kendi ayakları üzerinde duran bir kadına dönüşebilir? Herşey eğitimle başlar, eğitimle devam eder. İnsanoğlunu hayvanoğlundan ayıran tek şey us, akıldır. Akıl, bizi araç-gereç yaparak evrimin bu en uç bölgesine kadar bizi taşımıştır. Kızlar babalarından, kontrol altında tutulmayı yani belirli kaideleri öğrenmişlerdir. Babaları onlara hep hediyeler almıştır, koşulsuz sevmiştir. Onlar kendilerini hep seven, her türlü yanlışlarını hoşgören bu erkek modelini tabiki bilinçli veya bilinçsiz ilerdeki eşlerinden de bekleyeceklerdir.

Koca dediğin, eşinin istediği herşeyi alır, eşini korur, çocuklarını sever, eşinin başının üstünde tutar ve yanlışlarını hoş görür. Bu yargılar otomatikman kadının erkekten aşağı olduğuna işaret eder.

Kadınlar da:

  • Erkeklerine istedikleri şeyi alabilirler
  • Eşlerini koruyabilirler
  • Başlarının üstünde tutabilirler

Ancak yetiştirilme şekilleri kadının bunları yapabilmesini engeller. Bir kadın çalışıp para kazanabilir, eşine bakabilir. Bizim kafamızdaki çalışan baba, çocuklarına bakan anne modeliyle uyuşmuyor bu.

Öncelikle kafamıza yerleşmiş erkek ve kadın rollerini bir kenara bırakıp, olması gereken doğruları sorgulayalım. Erkeklerden hep talepde bulunmayı öğrenmiştir kız, eşinden de aynı şeyi bekler. Erkek için kendisine göre dünyanın en önemli hediyesinden vazgeçmiştir: Bakirelik. Onunla ilk cinsel ilişkiye girdiğinden dolayı erkeğin onun her türlü taleplerine cevap vermesini beklemektedir. Bakirelik kadını daha önce cinsel ilişkiye girmediğini en azından vajinal ilişkiye girmediğini gösterir. Bu ama eşinin evlendikten sonra aldatmayacağının, iyi bir cinsel partner olacağının, iyi bir eş olacağının, çocuklarını iyi yetiştireceğinin bir garantisi değildir. Boşanan insanlara sorulsa nerdeyse tamamı eşlerinin bakire olduğunu yine de anlaşamadıklarını söylerler. Demek ki ilişkileri ayakta tutan bir kadının bakire olup olmadığı değildir.

Şimdi bakire bır kız seksi nasıl öğrenecek, tabiki eşinden. Peki eş nerden öğrenecek genelevden mi? Kimse erkeklerin eşlerine seksi öğretmesi gibi bir kaide koymamıştır ama yine de beklenir.

Şimdi kendi menstrüasyonunu bile „içerde bir yaran var o kanıyor „ denilerek büyümüş bir kıza siz nasıl: Çoğul orgazmı, klitorisi, G-noktasını, prostatı, penisi vs. açıklayacaksınız. Tabiki doyumsuz bir cinsel yaşama mahkum olacaklar. Ne ebeveynler ne de öğretmenler bu konuya değinmezler, çocuklar cinsel cehaletin içinde bırakılırlar ve psikolojik – cinsel sorunlara yol açılır.

 

MEYDAN OKUMA

ERKEKLERE NEDEN MEYDAN OKUNMAZ?

Erkeklere meydan okuyan kadın her zaman kaybeder. Neden mi? Çünkü erkeklere meydan okumak demek onların varoluşlarını tehdit etmek demektir.

ABD de bir barda iki erkek müzik otomatındaki bir şarkı yüzünden birbirleriyle tartışır ve biri ölür. Sebep yok o şarkı çalacak önce yok bu şarkı. Ne kadar saçma değil mi?

Hayır hiç saçma değil diyor evrimci psikologlar. Mesele ordaki şarkının çalınması değil meydan okumadır. Şöyle açıklayalım: Bundan milyonlarca yıl önce bir klanda yaşayan erkeği diğer bir erkek tehdit etse bu tehdite hemen cevap vermek zorundaydı. Çünkü cevap vermediğinde klan tarafından dışlanır, zayıf, güçsüz, korkak kabul edilir ve kimse kızını ona vermezdi. Toplantılara katılamaz, ileri gelenlerle ava çıkamaz kısaca ‚gerçek bir erkek‘ olamazdı. Meydan okumaya cevap vermek, bu yüzden her erkek tarafından ciddiye alınan ve karşılık verilmesi gereken bir adaptasyondur. Kadının erkeğe meydan okuması işte erkeğin bütün enerjinisini mobilize etmesi gereken, varoluşsal bir tehdit olarak algılanır bilinçaltından ve harekete geçilir. Bunu en çelimsiz bir erkeğe bile deneyin hemen cevap alacaksınızdır.

BAĞIMLI KADIN

Kendisine güveni olmayan bir anne her zaman çocuklarından ayrı kalacağı korkusuyla başbaşadır. Çocuklarını yetiştirirken de kendi egoist bakış açısıyla yetiştirir, onların evlendiklerinde bile hep yakınlarında olmasını, kendisiyle igilenmesini isterler. Çocuklarının aile ilişkilerine karışırlar çünkü evlenseler de onlar yine de kendi çocuklarıdır ve karışma hakkı vardır.

Bizim kültürümüzdeki gelin-kaynana sorunlarının temelinde bu vardır. Oğlundan ayrılamayan anne, oğlunu başka bir kadınla paylaşamayan anne. Oğlunu başka bir kadına kaybedecektir, eşinin sözüne gidecektir, onu yalnız bırakacak artık onunla görüşmeyecektir. Hemen duygu sömürüsüne başlayıp bir şekilde oğluna sözünü geçirip eşinden ayıracaktır. Bu senaryo binlerce kez yaşandı ve yaşanıyor.

Biz burda kadını tartıştığımızdan kadın versiyonu nasıl oluyor acaba? Anne yine kızından evlense de ayrı kalmak istemeyecektir. Çünkü çocukları çevresinde olduğu sürece onun kendi özgüveni yerine gelecektir. Torunları olduğunda da onlara bakacaktır çünkü bu da yedek bir çocuk yerine geçmekte, kızının yerini doldurmaktadır. Yani yine yalnız kalmayacaktır. Annenin varoluşu çocuk doğurmak ve onlara bakmak olduğundan bu tip anne, kendini gerçekleştirmiş bir anne olarak görecektir. Ne var ki bir kadının asli görevi çocuk doğurmak değildir. Kendilerini doğurmaya indirgeyen kadının doğurganlığını elinden alırsanız geriye hiçbirsey kalmaz.

FERTİLİTE

Bir kadın teorik olarak yaşamı boyunca 30 civarı çocuk doğurabilir. Bir erkek de bir ejakülasyonla teorik olarak bir gezegeni nüfuslandırabilir yani 7 milyar çocuk yapabilir.

Bizim kültürümüzde özellikle erkek çocuk sayısıyla övünç duyulur çocuk kalitesiyle değil.

„Söyle bana kaç erkek çocuğun var, söyleyim sana ne kadar kadınsın.“

Kendini bilen insan verebileceği maddi – manevi olanaklar çercevesinde çocuk sayısını sınırlandırır. Çocuk büyütmesi finansiyel ve potansiyel bir iştir. İş diyorum çünkü geleceklerinin finansiyel planlanması, eğitilmesi-öğretilmesi yani kısaca „adam olunması“ gereken bir iştir.

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir